Bugün yine öyle kendi kendime bir şeylere üzülürken aklıma Kevin geldi. “Kevin Hakkında Konuşmalıyız” ile ilgili kimseyle konuşamadığımı fark ettim. İzleyen birkaç kişi vardı sadece, onlar da konuşulmaya değer bulmamışlardı filmi. Sonra neden etrafımda Kevin hakkında konuşmak isteyen kimse yok diye düşünüp üzülmeye başladım. Bir yerlerde Kevin’i seven ve konuşmaya can atan biri olmalı mutlaka. Nerede ki şimdi? Neden uzakta, neden benim etrafımda değil. Yakında olsa da Kevin’dan konuşsak. Sonra Tilda Swinton’un diğer filmlerine geçsek. Mesela, ikimiz de Limits of Control ‘de ne olup bittiğini tam olarak anlamamış olsak. Only Lowers Left Alive’ı hala izleyememiş olduğumuz için üzülsek, festivalde bilet bulamadığımız için dert yansak. Sonra David Bowie’nin klibine gelse konu, David Bowie ile Tilda Swinton’un birbirlerine ne kadar da benzedikleri konusunda hem fikir olsak. Aynı anda şarkının güzel bir şarkı olmadığını söyleyip Where Are We Know’un çok daha iyi olduğunu savunsak.

Müzik konusuna dalıp bu sene ne çok konser oldu İstanbul’da be deyip önce sevinsek, ardından iptal edilen konserlere üzülsek. Gezi olayları nedeniyle iptal olduklarını hatırlayıp kendimize, bencilliğimize kızsak. Bir süre vicdan yapıp sonra İstanbul’a gelmesi gereken gruplar listesi yapsak; ilk gelmesi gereken grup konusunda önce anlaşamayıp sonrasında Oasis’de karar kılsak. Oasis konuşup The Shins’e varsak. The Shinsle tanışmamızı sağladığı için Scrubs’a teşekkür etsek. Ne güzel diziydi deyip soundtrack albümünü açsak, “Hey Julie,look what they’re doing to me” cümlesini aynı anda, aynı şevkle söylesek. Hey Julie deyince aklımıza Hey Jude gelse, Jude Law’ın ismi de bu şarkıdan geliyormuş deyip klişe rekoru kırsak, eğlensek. Jude Law deyince aklımıza Music From Another Room gelse, filmi ne de çok sevdiğimizi itiraf etsek birbirimize. En sonunda, bu konuya nereden gelmiştik deyip Kevin’a geri dönsek.

Konuşsak işte böyle sabaha kadar. Kevin çıkış noktamız olsa, muhabbet hiç bitmese…