Leyla ile Mecnun öyle bir dizi ki, yedi yirmi dört bir şekilde hayatımı etkisi altına alıyor. Pazartesi günleri kimseye randevu vermiyorum mesela, eve misafir de kabul etmiyorum. Çünkü gelenlerin gürültüsünden LM’yi izleyemiyorum. LM’nin olduğu gün mesaiye kalmamak için, gün içinde daha bir hevesle çalışıyorum. Yaşadığım olaylarda LM ile ilgili şeyler görüp hemen herkese bıktırana kadar LM anlatıyorum. Farkında olmadan ya Mecnun’un cümleleriyle konuşuyorum ya İsmail Abi’nin. Dilime dolanan şarkı illaki LM’den oluyor.

 Diziyi izlerken bu dünyadan kopup, dizidekilerle birlikte o mahallede yaşamaya başlıyorum. Onlar Kireçburnu sokaklarında gezerken ben de geziyorum onlarla birlikte. İzlerken gülmekten yerlere yatıyorum. Ev ahalisi biraz yavaş ol diye her defasında beni uyarmak zorunda kalıyor. Dizide üzülen biri olduğunda içim daralıyor, ruhum sıkılıyor. Ağlayan biri olduğunda ben de ağlamaya başlıyorum. Eğer bir bölümde, herşey yolunda gittiyse ve tüm bölümü kahkahalarla izlediysem, o gecem ve sonraki günlerim de mutlu geçiyor. Yok eğer o bölümde biri üzüldüyse hele ki bir de ağladıys, dizi bittiğinde içimde bir sızı kalıyor. Bildiğin mutsuz kalkıyorum oturduğum koltuktan. En az bir iki gün suratım asık dolaşıyorum ortalıkta ama ne olursa olsun, dizi bittiği anda bir sonraki pazartesiyi (bakın pazartesi diyorum!) iple çekiyorum, bir an önce gelsin diye bekliyorum. Bu yazıyı da burada bitirip acilen bir psikoloğu arayıp randevu ayarlıyorum.