Film boyunca katilin kim olduğu konusunda sürekli fikrinizin değiştiği filmler olmuştur ya da sempati duyduğunuz bir karakterden filmin sonunda nefret ettiğiniz olmuştur. Ancak herhangi bir filmde, kilit bir karakterden önce nefret ettiğin
iz, sonra ona acıdığınız, ardından kızdığınız, sonra takdir ettiğiniz, ardından gıcık olduğunuz ve en sonunda acıdığınız oldu mu? Olmadıysa, henüz Gone Girl’ü izlememişsiniz demektir. Gone Girl, sakin bir başlangıç sahnesinin ardından olaylar geliştikçe seyircisini ters köşeye yatıran, her defasında bir köşeden alıp diğerine savuran oldukça etkileyici bir film. Alışkın olduğumuz pek çok filmin aksine, film süratle giderken henüz ilk yarısında sır perdesi aralanıyor. Ancak tam da olayın çözüldüğü noktada işin boyutu değişiyor ve başından beri içinde bulunduğunuz hikayenin hiç de görüldüğü gibi olmadığının farkına varıyorsunuz.

GoneGirlGone Girl adından da anlaşılacağı gibi kayıp bir kadının değil, hapsolduğu hayattan kaçan, kaçarken de onu bu hayata hapseden kocasından ölümcül bir intikam almaya çalışan kaçak bir kadının hikayesi. Kaçak kadının intikam alma sebebi ilk etapta mantıklı gelse de önceki sevgilileri ile yaşadıkları anlatıldıkça, kadının biraz sorunlu olduğuna karar veriyorsunuz. Birlikte olduğu erkeklerin hayatını mahvetmek onun için hayat tarzıdır bir bakıma ve tıpkı önceki sevgililerine yaptığı gibi kocasının da hayatını mahvetmeye kararlıdır.

Bu kez plan ortadan kaybolmak ve bu kayboluştan eşini sorumlu tutmaktır. Plan başarıya ulaşamamış gibi görünse de hırslı ve bir o kadar da deli kaçak kadın, ortadan kaybolarak kocasının hayatını mahvedemese de onu kendisiyle bir ömür geçirmeye zorlayarak amacına ulaşacaktır.

Baştan sona heyecan içerisinde izlenebilecek Gone Girl, son zamanların popüler konusu “kayıp” temasına sahip, en sürükleyici ve şok edici film.