Bir Nolan sever olarak büyük umutlarla gittim bugün sinemaya. Serinin son ve en iyi filmi için biletlerin satışa çıktığı ilk
gün biletimi alıp haftalar öncesinden bugünün gelmesini bekliyordum. Sonuçta Nolan’ın 2. Efsanesi, dünyanın da önde gelen efsane filmlerinden Dark Knight’ın ardından seri bu filmle sona erecekti ve Nolan çıtayı çok çok yükseklere çekmişti. Bu yüzden olsa gerek, beklentiler de oldukça yüksekti. Vasat bir birinci bölüm sonrası, düşündüklerimi dile getirmekten korktum. Çünkü film serinin son filmiydi ve Nolan böyle kötü bir filmle seriyi sona erdiremez deyip umutla ikinci yarıyı bekledim. Yine beklediğim olmadı ve Dark Knight yükselemeden düştü benim için.

İlk filmdeki kaos felsefesinden, aksiyondan, heyecandan eser yoktu filmde. Etrafta dolaşan teknoloji harikası makinalar, her an patlaması beklenen bir atom bombasının halkın üzerindeki yarım yamalak etkisinden ibaretti sanki.

Daha ilk sahneden tanıştığımız Bane’den çok umutluyduk; kendisinin en az joker kadar azılı ve psikopat bir düşman olmasını bekliyorduk ki sadece sevdiği bir insan için Gotham’ı yerle bir etme düşüncesindeymiş. Nasıl olduğunu öğrenemediğimiz bir şekilde Batman ya da Wayne ile ilgili her türlü bilgiye sahip olup önce onu sonra da Gotham’ı devirmeye çalıştı film boyunca ve ölümü asıl düşmanı Batman’in değil neden var olduğu bile anlaşılmayan kedi kadının elinden oldu. Hayatını ve tüm Gotham halkının hayatını bir kadın yüzünden mahvetmek isteyip ölümünün de bir kadının elinden olması çok ironik doğrusu.

Sevgilisinin ölümünden sonra Batman’den ve kendinden vazgeçen Wayne’nin sekiz yıl boyunca kendini eve kapaması ve ardından yine nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde aniden tekrar Batman olmaya karar vermesiyle Batman yeniden kötülüklerle savaşmak için Gotham gecelerine daldı. Ancak dalmasıyla iri yarı Bane’in eline düşmesi bir oldu. Batman yaralanınca meydan Bane’e kaldı. Bane, zenginden alıp fakire verme prensibiyle yola çıkmış gibi gözükse de tek amacı eski bir usta, aynı zamanda ilk filmden de bildiğimiz düşman Ra’s Al Ghul’un öcünü almakmış meğer. Joker’in kaos yaratma fantezisinin yanında bu amaç oldukça sıradan geldi doğrusu. En azından bir final filmine yakışır türden değildi.

Ne Batman ne de Bane üzerine düşeni yapamazken bir de çaylak ofis memurunun bir anda gaza gelişleri, hemen ardından dedektifliğe yükselmesi ve film boyunca Batman’le karşılaştığı her sahnede Batman’in kendisine verdiği “herkes batman olabilir” gazıyla Robin’e dönüşmesini izledik. Nolan keşke her karaktere biraz yatırım yapmak yerine Dark Knight’ta yaptığı gibi belli karakterlere yönelip onların içini doldursaymış.

Karakterleri bir kenara bırakırsak yine Dark Knight ile karşılaştırdığımızda oldukça vasat bir kurguya sahipti film. Gereksiz uzayan diyaloglar, bir anda aylarca ya da saatlerce ileriye atlayan sahnelerle sıradan bir aksiyon filminden farksız bir hale vardı filmin. Her şeyi bilen her şeyi gören Bane ve yardımcılarından nasıl saklandıkları belli olmayan Gordon ve ekibinin mücadelesi ise hem kopuk hem de tatmin etmez vaziyetteydi. Filmin zaten ağır aksak ilerleyen kurgusuna hiçbir katkıları yoktu.


Gelelim final sahnesine… Eğer bir seriyi bitiyorsanız, hele ki yerlere göklere sığdırılamayan, daha şimdiden efsane filmler arasına karışmış bir ikinci filmden sonra çektiğiniz filmle seriyi sonlandırıyorsanız bu filme efsanevi bir final yapmanız gerekir. The Dark Knight Rises’ın finali bu filmin devamı gelir niteliğindeydi. Film, Batman’in Gotham halkı için kendini feda ettiği sahne ile bitmeliydi belki de ya da en azından Batman’in/Bruce Wayne’in ölü ya da diri olduğuna dair net bir bilgi vermemeliydi. Bu son yerine Wayne’i yeni sevgilisiyle bir kafede otururken görmek hiç de tatmin edici olmadı doğrusu. Robin karakterinin ortaya çıkışının finali daha da beter bir hale getirdiğinden bahsetmek bile istemiyorum.

The Dark Knight Rises’ı hiç çekilmemiş saymak istiyorum. Benim için bu serinin finali The Dark Knight olarak kalacak. Aksi takdirde Tha Dark Knight’a çok büyük haksızlık olacak çünkü.